Uzun yıllar Strasbourg'da bulunan Emre Gönen, Fransa Siyasetini, Avrupa Birliği'nin iç ve dış ilişkilerini en iyi bilen akademisyenlerden biri olarak Paris saldırısını, IŞİD'i, Ankara katliamını ve mültecilerin bundan sonraki akıbetini, merak edenler için değerlendirdi.
1. Geçen akşam bir programda “artık IŞİD’i besleyenler, bunu bıraksalar da önüne geçemezler” demiştiniz. Paris saldırısı da bunun sağlaması gibi. Ankara, Beyrut, Paris… Özellikle başkentler… Bir seri katilin izleri gibi, sizce devam edecek mi? Sırada kim olabilir?
Sırada kim olduğunu bilemem,
ancak Batı Avrupa ülkelerinde büyük bir operasyon başlayacaktır. Ne kadar
başarılı olur, kestirmek çok zor. Ne var ki, adım adım yapılan terör
saldırılarının bu düzeyde bir katliama yol açabileceğini öngörememiş istihbarat
örgütleri var karşımızda. Bundan sonra çok daha etkili çalışacaklardır, ne var
ki bu tür bir terör, “rahatlıkla polisiye önlemlerle engelleyebileceğiniz” tür
bir tedhiş organizasyonu değil. 1970’i yıllarda Almanya ve İtalya’da
gerçekleşen terör olaylarına da AB ülkeleri büyük ölçüde hazırlıksız
yakalanmıştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın kefareti diyebileceğimiz bu kentsel
terörden sonra, AB ülkelerinde bu tür ciddi bir terör dalgası olmadı. Varolan
aşırı sağ yükselmesi, daha ziyade bireysel terör olaylarına ya da yabancı
düşmanlığına mal edildi. Almanya’da yıllar sonra tamamen tesadüfen bir yer altı
Nazi tedhiş örgütünün varlığı anlaşıldı, bir dizi Türk işçisi cinayetinin onlar
tarafından işlendiği ortaya çıktı. Kısacası, AB içinde son gördüğümüz “Cihad”
yanlısı bir örgütlenmeyi ciddi biçimde engelleyecek istihbarat ve emniyet
yapılanması var mı, çok şüpheli. Böylesi bir yapılanma kısa zamanda
gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla zor ve gergin dönemler AB ülkelerinde
muhtemelen Müslüman azınlıklar için yaşanabilir. Yükselen aşırı sağ hareketler
için, bu saldırı son derece kullanışlı bir provokasyon kaynağı olacak. Bunun
karşısında çok daha iyi ve inandırıcı bir perspektif ortaya koymak gerekiyor.
Bu da AB siyasetçileri ve liderleri için hiç kolay değil.
2. Ortada
tonla iddia dönüyor. Türkiye Fransız ve İngiliz basını tarafından IŞİD’i
palazlandırmakla suçlanıyor, aynı tartışma uzun süredir Türkiye içinde de
sürüyor zaten, Türkiye’deki muhafazakârlar ise karşı tarafı aynı iddia ile
suçluyor. Siz ne düşünüyorsunuz, Fransa’nın her şeyin başında IŞİD’le nasıl bir
ilişkisi vardı gerçekte?
IŞİD temel olarak Baas rejimi
tarafından yaratıldı, İran da Rusya da ses çıkarmadılar. Türkiye’de İslam
referansı olan hiçbir örgüte “terör örgütü” dememek konusunda bazı takıntılarımız
olduğu için, bu tedhiş örgütünün baştan “terör örgütü” olarak yaftalanması
uluslar arası planda işlerimizi kolaylaştırabilirdi. Bunu yapmayarak hem
Musul’da Başkonsolosluğumuzun basılarak bir dizi Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil
eden görevlinin rehin alınması tuzağına düştük, hem de uzun bir süre, bu
rehineler yüzünden IŞİD’e gerekli tavır alınamadı. Bir diğer yandan,
Türkiye’nin “açık sınır” politikası, Suriye’den çok sayıda yaralının Türkiye’ye
geçmesini ve tedavi olmalarını sağladı. Bunların içinde IŞİD üyeleri de
olabilir, ancak bu genel olarak insani bir yaklaşımdı, çok sayıda çok çeşitli
fraksiyonlarda Esad rejimiyle çarpışan insanın hayatı da kurtuldu. Ne var ki,
iç politikada “Türkiye IŞİD’e yardım ediyor” ithamı o kadar çok kullanıldı ki,
Türk hükümetinin gerçekten IŞİD’i fiilen desteklediği gibi bir algı dış basında
oluştu. Bunun somut hiçbir kanıtı ortaya konmadı, sadece silah taşıan birkaç
adet TIR ile ilgili çok ciddi bir skandal yaşandı. İstihbarat örgütü üyeleri
Askeri güçlerle çatışma düzeyine geldi. Ancak herkesin bildiği gibi IŞİD’in
silah bulmak için Türkiye’den gelecek birkaç kamyon mühimmata ihtiyacı yok.
ABD’nin Irak ordusu için yaptığı silah, ağır silah ve mühimmat yığınaklarını
olduğu gibi ele geçirdiler. Musul’u işgal ettiklerinde Merkez Bankası
rezervlerini tümüyle ele geçirdiler. Zaten bugün itibarıyla IŞİD güçlerine
karşı çıkıp onları püskürtecek bir silahlı güç de yok. IŞİD de zemin
kaybetmeksizin pozisyonunu koruyor. Daha çok ABD ve AB kökenli, çok az sayıda
da Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hava bombardımanları gerçekleştirildi.
Ancak YPG dahil hiçbir kuvvet, kent savunması dıışında IŞİD ile baş edemedi.
Kürt silahlı güçleri dışında kimse de zaten pek denemedi. Irak Merkezi
Hükümetine sadık birlikler tümüyle Şii milislerden oluşuyor ve bu güçler kendi
bölgeleri dışında savaşmayı reddediyorlar. Bir anlamda şu aşamada kimse IŞİD’in
üzerine kara harekatı ile gitmeyi düşünmüyor. Onlar da bu konjonktürden iyi
istifade ediyorlar. Kısa vadede bir kara harekatı düzenlenecek ortamın
oluşacağını sanmıyorum. Rusya bizzat savaş alanında, özellikle de son derece
gelişmiş SU-30 gibi savaş uçaklarıyla Esad güçlerini ve İran milislerini
destekliyor. Herkesin silahlı olduğu bir ortamda Suriye’de, Esad destekçisi
ülkelerin silahlı güçleriyle çatışmadan kara harekatı yapamazsınız. BU endenle
IŞİD daha bir süre pek ciddi tehdit altında değil bence.
Ankara katliamı, tabir yerinde
ise “göstere göstere” oldu, çok ciddi bir polis düzeni olduğu halde, başkentin
kalbinde iki intihar bombacısı saldırı gerçekleştirebildi. Bu anlamda, Paris
katliamı çok daha hazırlıksız yakalanılmış etkisi veriyor. Charlie Hebdo ise,
ifade özgürlüğünün merkezi olarak bilinen Fransa’da inanılmaz bir şaşkınlık,
üzüntü ve infial yaratmıştı. Bu saldırılar birkaç ay arayla en iyi korunduğunu
düşündüğümüz ülkelerde birbiri ardından yer alıyor. Bunun karşısında bir “acaba
kim hangi saldırıya ne kadar üzüntü gösterdi” tartışması içindeyiz. Muhtemelen
terör de, bu şaşkınlık, dağınıklık ve birbirine güvensizlik ortamında çok daha
rahat hareket edebiliyor. Acımasız bir toplum olma tehlikesiyle de karşı
karşıyayız. Özellikle sosyal medyada yazılan, çizilen son derece nahoş,
inanılması zor ifadeler var. Ulsulararası terör ile “sen benim yasımı daha az
tutmuştun” tavrı takınılarak mücadele edilemez. Bunu bilmekte ve hatırlamakta
yarar var. Fransa gibi, çok iyi kontrol edilebilen, silah bulundurmanın zor
olduğu, vatandaşlık bilincinin çok yüksek olduğu, demokratik anlamda ciddi
sorunların olmadığı bir ortamda bu saldırı gerçekleşebiliyorsa, Türkiye’de
neler olabileceğini bir an düşünüp, ciddi bir işbirliğine girmemiz hayati önem
taşıyor.
4. Hollande
OHAL ilan etti. 1955 yılından beri ilk ülke çapındaki OHAL bu. Ayrıca sınırlar
kapatıldı. Bizde böyle bir gerek görülmemişti. Sizce hem Avrupa ülkeleri hem de
Türkiye ne kadar tehdit altında, hâlâ? Daha korkunç şeyler sırada olabilir mi?
5. Bu
durum özellikle Avrupa’yı tek kurtuluş kapısı olarak gören mültecileri nasıl
etkiler? Ve elbette Türkiye’yi?
Hiç iyi etkilemeyeceği apaçık
ortada. Onlar da aynı düşmandan kaçıyor ancak AB kamuoylarına bunu
anlatabilecek karizma ve desteği olan lider neredeyse yok gibi. Angela Merkel
gerçek bir siyasi lider gibi davrandı bu konuda ve AB’nin siyasi bir açılımının
önünü ilk kez Almanya açtı. Ancak Merkel’in partisinin yüzde kırklarda giden
popülaritesi bir anda sekiz dokuz puan aşağıya indi. AB içinde Polonya başta
olmak üzere bir dizi ülke Almanya’nın mülteci alma önerisine karşı çıktılar.
Merkel’in kendi partisi içinde ona karşı cephe açıldı. Kolay değil bu ortamda
vizyoner bir siyasetçi olmak. Hatırlatmak için söylüyorum, İkinci Dünya
Savaşı’nın kahraman siyasetçileri, Churchill olsun De Gaulle olsun, savaş
patlamadan önce eksantrik ve son derece marjinal konuma itilmiş insanlardı.
Churchill bir daha kabineye girebileceğini düşünmüyordu, De Gaulle ise albay
rütbesiyle emekli olamak aşamasındaydı. Her ikisi de Hitler ordularına karşı
ülkelerinin ve milletlerinin onuru haline geldiler. Zor koşullar, gerekli
liderleri çıkarabilir, umutsuz olmamak gerekiyor. Benzer biçimde, Mustafa Kemal
en umutsuz koşulların yarattığı liderdir. İttihat ve Terakki yönetimi,
yaşanılan 1918 felaketinden sonra kaçtıklarında, çok az insan Mustafa Kemal’in kurtuluş
mücadelesinin tartışmasız lideri olabileceğini düşünüyordu. Oysa vizyonuyla
Versailles sistemini Türkiye açısından berhava eden, yeni
bir dönem açan liderdir. Bunu da hatırlamakta yarar olabilir diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder